Dikilmek
Sorunu sor hemen cevaplansın.
dikilmek
nszDikmek (I) işi yapılmak
Cümle 1: Buraya anıt dikilecek. Bahçeye ağaçlar dikildi.Dik duruma gelmek
Ayakta durmak
Cümle 1: Hissem neyse, ben de isterim diye karşıma dikilmez mi? - H. Taner(göz) Belli bir noktaya uzun süre bakmak
Cümle 1: Gözlerime dikilen gözlerinden damla damla inen yaşları unutmuyordum. - R. N. GüntekinKarşı koymak, engellemek
dikilmek
Fizik(bazı üreme organları dokularına kan dolmasıyla) Sert ve dik bir duruma gelmek
bir yerde, bir süre ayak üstünde durmak
dikilmek teriminin Türkçe İngilizce sözlükte anlamı
- stand
- to be sewn
- planted
- become erect
- be erected
- be fixed on
- erected
- erect
- to be erected
- sewn
- set up
- to be sewn; to be stitched; to be made (by sewing); to be stitched up
- stick up
- stand up
- stand on
- be sewn
- stand upon
- be planted
- to be planted; to be erected, to be set up; to be sewn; to stand; to become erect; (gözler) to be fixed on
- be set up
- to be set up
- dik
- perpendicular
Dancing is a perpendicular expression of a horizontal desire.
-Dans, yatay arzunun dikey bir ifadesidir.
- dik
- upright
An empty bag can't stand upright.
-Boş torba dik duramaz.
She stood bolt upright.
-O civatayı dik durdurdu.
- dik
- steep
He stared at the steep slope.
-O, dik yamaca bakakaldı.
We climbed the steep slope.
-Dik bir yamaca tırmandık.
- dik
- {s} vertical
Keep away from the vertical cliff! she shouted.
-Dikey kayalıklardan uzak durun! o bağırdı.
The X-axis is the horizontal axis and the Y-axis is the vertical axis.
-X ekseni yatay eksendir ve Y ekseni dikey eksendir.
- dik
- erect
They erected a statue in memory of Gandhi.
-Onlar Gandhi'nin anısına bir heykel diktiler.
An immense monument was erected in honor of the eminent philosopher.
-Büyük filozofun şerefine muazzam bir anıt dikildi.
- dik
- (Biyokimya) longitudinal">(Biyokimya) longitudinal
- dik
- fixed
He fixed his eyes on me.
-Gözlerini bana dikti.
Everyone's eyes were fixed upon her.
-Herkesin gözleri ona dikildi.
- dik
- perpendicular to
- dik
- {f} sewing
Mom was busy with her sewing.
-Annem dikiş işleriyle meşguldü.
There is a sewing machine and an ironing board in the room where Tom used to sleep.
-Tom'un eskiden uyuduğu odada bir dikiş makinesi ve bir ütü masası var.
- dik
- {f} stitch
She needed five stitches.
-Ona beş dikiş atıldı.
The doctor gave him four stitches.
-Doktor ona dört dikiş attı.
- dik
- {f} pot
Watch out! There's a pothole in the road.
-Dikkat et! Yolda çukur var.
Tom made a list of potential problems that we should watch out for.
-Tom dikkat etmemiz gereken potansiyel sorunların bir listesini yaptı.
- dik
- {f} transplanted
Tom carefully transplanted the tiny tomato seedlings into his vegetable patch.
-Tom sebze bahçesine minik domates fidelerini dikkatlice dikti.
Mother transplanted the flowers to the garden.
-Annem çiçekleri bahçeye dikti.
- dik
- stick up
- dik
- sew
I'm learning to sew so that I can make myself a dress.
-Kendime bir elbise yapabileyim diye dikiş dikmeyi öğreniyorum.
Mom was busy with her sewing.
-Annem dikiş işleriyle meşguldü.
- dik
- scarped
- dik
- abrupt
- dik
- {f} stitching
- dik
- {f} suturing
- dik
- implant
- dik
- {f} potting
- dik
- sew on
Can you sew on these buttons for me?
-Sen bu düğmeleri benim için dikebilir misin?
Do you have a needle to sew on these buttons?
-Bu düğmeleri dikmek için bir iğnen var mı?
- dik
- transplant
Tom carefully transplanted the tiny tomato seedlings into his vegetable patch.
-Tom sebze bahçesine minik domates fidelerini dikkatlice dikti.
Mother transplanted the flowers to the garden.
-Annem çiçekleri bahçeye dikti.
- dik
- endwise
- dik
- {f} sewn
How beautiful my sewn drapes are.
-Dikili perdelerim ne kadar güzel.
- dik
- {f} sewed
He sewed a dress for me.
-O benim için bir elbise dikti.
Her mother sewed a skirt for her.
-Annesi ona bir etek dikti.
- dik
- {f} transplanting
- dik
- endways
- dik
- {f} suture
- dikilme
- implantation
- dik
- intent
Tom listened intently.
-Tom dikkatle dinledi.
Tom stared at Mary intently.
-Tom dikkatle Mary'ye baktı.
- dik
- {s} up
- dik
- {s} arduous
- dik
- {f} plant
The gardener planted a rose tree in the middle of the garden.
-Bahçıvan bahçenin ortasına bir gül ağacı dikti.
Tom planted three apple trees in his yard.
-Tom bahçesine üç elma ağacı dikti.
- dik
- steeper
The higher we climbed, the steeper became the mountain.
-Ne kadar yükseğe tırmanırsak dağlar o kadar dik olur.
- başına dikilmek
- to stand over sb; to breathe down sb's neck
- burnu üzerine dikilmek
- nose over
- dik
- {s} square
A square is both a rectangle and a rhombus.
-Bir kare hem dikdörtgen hem de eşkenar dörtgendir.
Some important geometric shapes are the triangle, the square, the rectangle, the circle, the parallelogram and the trapezium.
-Bazı önemli geometrik şekiller üçgen, kare, dikdörtgen, daire, paralelkenar ve ikizkenar yamuktur.
- dik
- {s} bluff
- dik
- endlong
- dik
- {s} straight
It is hard for an empty sack to stand straight.
-Boş bir çuvalın dik durması zordur.
I've heard that sitting up straight is bad for your back.
-Dik oturmanın sırtın için zararlı olduğunu duydum.
- dik
- {s} horny
- dik
- plumb
- dik
- {s} sheer
- dik
- darning
- dik
- precipitous
- dik
- {s} rapid
- dik
- uprightly
- dik
- {s} stiff
Tom's a stiff-necked old man.
-Tom dik kafalı yaşlı bir adam.
- dik
- sharp, biting (remark)
- dik
- bold
This morning at the station, her attention was caught by a poster with bold letters.
-Bu sabah istasyonda, kalın harfli bir afiş onun dikkatini çekti.
- dik
- (Geometri) right
- dik
- (açı) right
- dik
- straight, upright, erect (in standing)
- dik
- upstanding
- dik
- perpendicular, vertical; straight, upright, erect; steep, rapid, precepitous; intent, fixed, penetrating; right
- dik
- fixed, penetrating, intent (look)
- dik
- {s} jagged
- dik
- standup
- dik
- darn
- dik
- stand up
- dik
- (saç) rough
- karşısına dikilmek
- 1. to stand facing (someone). 2. to oppose
- karşısına dikilmek
- plant oneself in front of smb
- meydan okurcasına dikilmek
- (Dilbilim) glower at
- tepesine dikilmek
- (suddenly to go up to someone and) to plant oneself right beside or squarely before (him/her)
- zangoç gibi başına dikilmek
- to stand over sb
- zangoç gibi başına dikilmek/ gibi başında durmak
- slang to stand over (someone), watch (someone) very closely, breathe down (someone's) neck
- önüne dikilmek
- to plant oneself squarely in front of (someone)
İlgili Terimler
dikilmek teriminin Türkçe Türkçe sözlükte anlamı
- Ayakta durmak: "Hissem neyse, ben de isterim diye karşıma dikilmez mi?"- H. Taner
- Dik duruma gelmek
- Göz belli bir noktaya uzun süre bakmak: "Gözlerime dikilen gözlerinden damla damla inen yaşları unutmuyordum."- R. N. Güntekin
- Karşı koymak, engellemek
- Belli bir noktaya uzun süre bakmak
- Ayakta durmak
- Dikme işi yapılmak
- Dikme (I) işi yapılmak
- Dikme (II) işi yapılmak: "Bebelere çedik, kadınlara, erlere çizme, çarık dikildi."- N. Araz
- Bazı üreme organları dokularına kan dolmasıyla sert ve dik bir duruma gelmek
- Sert ve dik bir duruma gelmek
- VEKB (Osmanlı Dönemi)
- DÎK
- (Osmanlı Dönemi) Darlık, sıkıntı. Gam. Kalbe sıkıntı veren
- DİK
- (Osmanlı Dönemi) Horoz
- dik
- Kaba, yersiz
- dik
- Eğimi dike yakın olan
- dik
- Sert, kalın, tok
- dik
- Yatay bir düzleme göre yer çekimi doğrultusunda bulunan, eğik olmayan
- dik
- Sert, kalın, tok (ses): "Sesi dik ve küstahtı, söylediklerini aşağı salonda bekleşen komşular işittiler."- A. İlhan
- dik
- Kaba, yersiz (davranış): "Kaba denilecek kadar ani ve dik bir davranışla halasını bıraktı ve kalktı."- H. E. Adıvar
- dik
- Sert (bakış)
- dik
- Derin duvar
- dik
- Buğday tanesine keşkekliğe çeviren su değirmeni
- dik
- Eğimi dike yakın olan: "Dik bir dereye indiler."- Ö. Seyfettin
- dik
- Yatık durmayan, sert
- dik
- Sert
- dik
- Yatay bir düzleme göre yer çekimi doğrultusunda bulunan, eğik olmayan: "Sağlam yapılı, dik duruşlu bir gençti o yıllarda."- N. Cumalı
- dik
- Horoz
- dik
- Ters, aksi
- dik
- Birbirine dikey olan doğrulardan oluşmuş
- dik
- Ters, aksi (söz)
- dikilme
- Dikilmek işi
İlgili Terimler
Kitaptan sorunu tarat hemen cevaplansın.